ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
Dr. SAADET ŞAKİR ÇAGATAY
Türk Lehçeleri Doçenti
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
Cilt: 2 Sayı: 5 Sayfa: 077-088 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000393 Yayın Tarihi: 1943
Tarihlerinin daha önceki devirlerini katiyetle bilmediğimiz Uygur¬
ları, muhtelif kaynaklar, İsa'dan sonra altıncı yüzyıldan itibaren Kök
Türklere benzer teşkilâtlı, mükemmel binici ve okcu bir kavim olarak
tasvir ederler. O zaman Uygurlar Selenga nehri havzasının yukarı kıs¬
mında oturuyorlardı. 639 da Kök Türklerle çarpıştıkları sırada Bariköl
civarında görülmiye başladılar. Bu esnada Uygurlar Çinlilerin mütte-
ilkidirler. 648 de vefat eden hükümdarları Tumi-tu, Hâkan ünvanını
almıştı. 8 inci asırda Uygurların kuvveti daha çok artmıştı. Bariköl
civarında vuku bulan bir muharebede Köktürk Hâkanı Kapğan onları
mağlub ederek bir müddet idaresi altına almıştı. Fakat bu esaret uzun
sürmüyor ve çok geçmeden Dokuzoğuz, Karluk ve Basmil kavimleriyle
birleşik kalan kudretli bir Uygur devleti ortaya çıkıyor. Aynı devirde
Köktürk devletinin batıdaki kısmını yani Türkişlerin oturduğu yerleri
Çinliler istila ettiler. Moğolistanla beraber doğu kısım ise "Uygurların
idaresine girdi. Böylece Uygurlar 745 sıralarında (Boyla kağan zama¬
nında) Köktürkler devletine nihayet vererek Orhun havalisini ellerine
geçirmiş bulunuyorlar, ve Köktürklerin bakiyesi hakim Uygurlar ve
sair Türk kavimlerile karışıyor. Bu andan itibaren Uygurların altın
devri başlıyor.
Gittikçe güney batıya doğru ilerliyen Uygurlar, eskiden beri mede¬
niyet merkezi olarak mağruf olan Hoçu şehrini (sonraki Türkçe ismi Idikut
Şehri'dir) devlet merkezi yapıyorlar. Hafriyatlarda Hoçu'dan çıkarılan
san'at eserleri eski Uygurların muazzam bir sanat kültürüne sahib
olduklarını kâfi derecede vuzuhla isbat etmiştir. Helenistik esastaki
komşu Baktırya kültürünü Uygurlar da benimsediler. Üstelik ipek ti¬
careti yollan, tüccarların gittikleri ve geçtikleri memleketlerden getir¬
dikleri servet ve sanat eserlerile beraber, yeni yeni medenî ve fikri
ilhamlar, dil sahasında da yeni kelimeler getiriyordu.
. Bu parlak devir 840 senesine kadar her cihetten gittikçe yükselen
bir şekilde inkişaf ediyor. Bu tarihte Uygur devletinin doğu kısmı Mo¬
ğolistan, Kırgızlar tarafından istila ediliyor. Fakat asıl Türk Uygur dev¬
leti Çingiz devrine kadar yaşıyor. Buradaki kültür hayatı 10 uncu yüzyıla
kadar hiç sarsılmadan inkişaf edebilmiş ve bu mümbit ve zen¬
gin Türk memleketi mamur bir hale gelmişti. 10 uncu yüzyılda buralara
nüfuz etmiye başlıyan İslâm kuvvetleri bu muazzam kültüre çok büyük
darbeler indirdiler. Buna rağmen Uygurların daha sonraki devirlerinde
Karluk menşeli Karahanlı (İlighan) ların parlak devrelerine geçmelerine
şahid oluyoruz. Karahanlılar 996 da Yarkent ve Hoteni işgal ederek
Tarım havzasının hakkile Türkistan ismini almasına sebep olmuşlardır.
Bu son devir Uygurlarına Arap kaynakları Dokuzoğuz ismini veriyorlar.
1209 da Çingiz Uygurların zaten azalmış olan kuvvetlerini yıkıyor.
Fakat Uygur kültürü Çingizden sonra da epiyce zaman devam edebilmiş¬
tir. Kendileri göçebe olan Moğollar yüksek - Uygur kültürünü çabucak
benimsiyorlar; Uygur yazısı pek uzun müddet, biraz değişmiş şekinle halâ
da yaşamaktır. Moğol devrinin hanları fermanlarını, yarlıklarını bu ya¬
zıyla yazıyorlar, ve Türkçe yazıyorlar. Münevver Uygurlar bu yeni mu¬
azzam devlet teşkilâtında kültür muhafızlığı rolünü alıyorlar.
Çingiz hareketleri esnasında binlerce senelik kültür eserleri o cümle¬
den sulama tesisatı yıkılıyor, binlerce senelik çalışma sayesinde vücude
getirilmiş olan mamur vahalar daralıyor. Bu yüzden Türkler daha küçük
yerlere sıkışarak oturmak mecburiyetinde kalıyorlar. Aynı zamanda
Türkistanda tabii bir hadise olarak su seviyelerinin inmesi müşahede
ediliyor. Çok geçmeden dünyanın büyük kısımları arasındaki münase¬
betleri yürütmek üzere deniz yolu açıldığı için Orta ve Doğu Asya ipek
ticareti yolları da ehemmiyetini kaybediyor. Bu suretle bir zamanlar
parlak kültürün merkezi sayılan bu memlekette bir durgunluk başlıyor
ve muhtelif kültür vahaları kum altında kalıyor.
Uygurca denince, işte bu 8-9. yüzyıllarda altın devresini yaşamış,
şimdiye kadar belli olan en eski Türk kültür dilini anlıyoruz. Vakaa
Uygurlardan daha evvel Köktürklerin yazıları, yâni oyma (Run) alfabesi
ile bize intikal etmiş olan Yenisey ve Orhon Abideleri yazısı vardır.
Bu Abidelerin dili, dil bakımından fevkalâde ehemmiyeti haiz olsa dahi,
onun Uygur yazı dili derecesinde yüksek inkişafa malik olmadığını
zannediyoruz. Zira Orhon ve Yenisey Kitabeleri birtakım mezar taşla¬
rından ibarettir. Yenisey Âbideleri (648-650 M.) ve onlardan takriben
yüz sene sonra yapılmış olan Orhon Abideleri (730 M.) muazzam eser¬
ler olup, tarihî bakımdan çok kıymetli vesikalardır. Buna rağmen bu
yazı ve lehçede, devamlı surette inkişaf etmiş bir edebiyat mevcut de¬
ğildir. Fakat Uygur yazıları ve Uygur dili vesikaları, ancak otuz kırk
adet yazılı mezar taşından ibaret olmayıp, muazzam bir devri aydınla¬
tan, geniş sahalara yayılmış bir kültür ve bir varlığın dilidir.
Uygurlar Köktürkleri mağlup etmiş ve onların yerlerini işgal ederek,
Köktürk kavimlerini kendi kültürleri içinde eritmiş oldukları için, dil
bakımından da onların varisleri olsalar gerek. Metinlerle mukayese
ettiğimiz zaman Köktürk Abideleri, bazı ufak ayrılıklar gösteriyor. Bu
hususiyetleri, fonetik bakımdan da tesbit edebiliyoruz. Çünkü Köktürk
yazısının alfabesi, 38 işaretten teşekkül etmiş bir yazı olup, Uygur
harflerine nazaran daha zengindir.
Thomsen'ın Köktürk harflerini çözmesiyle (1893 de), Eski Türk
dilinin tetkiki, hemen hemen bütün müsteşriklerin ve bir çok diğer
âlimlerin dikkatini çekiyor. Bu tarihten itibaren Türk dili tetkiki çok
büyük adımlarla ilerliyor. Köktürk Âbideleri üzerindeki alâka 15-20
sene sürdükten sonra, Türkçe dil tetkiki sahasını daha geniş ve zengin
Uygurca tetkikleri işgal ediyor. 1902 den 1914 'e kadar süren Prusya
Akademisinin (Şarkî Türkistan'ın) Turfan havalisindeki kazıları,
seneden seneye yeni malzeme ortaya koyuyor ve bunlar bir taraftan
âlimler tarafından çok büyük dikkat ve itina ile tetkik edilmeye
başlanıyor. Aynı zamanda Prof. F. W. K. Müller kazılarda bulunan
Uygur alfabesini çözüyor ve bu yazıların çoğu Türkçe olduğu
meydana çıkıyor. Prof. Müller bu yazıları elbet Moğul yazısının
yardımiyle çözmüştür. Çünkü Moğullar Uygur yazısını, tâ Çingiz
zamanında benimsemiş bulunuyorlardı. Prof. Müller'in tetkikleri,
Uygur yazı dilinin tekâmülü, onların altın devirleri sayılan 8-9. yüzyıl¬
lardan evvel de, bir yazı ve kitap kültürüne malik olduklarını göster¬
miştir. Turfan hafriyatlarında bulunan yazılar arasında, 8. yüzyıldan
önceki devirlere ait olanlarının da mevcudiyeti tahmin edilebilir
8. yüzyllda bu kadar tekâmül etmiş bîr dilin bulunması, onun teşekkül
devresinin daha önceki asırlarda olması tahminine yol açtığı fikrindeyiz.
Umumiyetle Uygur yazı dili üç devre ayırılır: 1 - İlk Uygurca, 2 - 8-9.
yüzyıla ait olan devlet Uygur dili, 3 - Son Uygurca, Uygurların hâki¬
miyeti bittikten sonra da devam eden edebî dil. Onun için elimizde
bulunan Uygur yazılarının katî olarak 8. ve sonraki yüzyıllara ait oldu¬
ğunu bilsek dahi, onların arasında daha evvelki yüzyıllara ait yazıların
bulunması da muhtemeldir.
Uygur harfleri Sogut harflerinden Türkçeye uydurulmuş olsa gerek.
Çünkü o şekil itibariyle Sogut harflerinin aynıdır. Sogutça yazının ise
nerden geldiği katiyetle belli değildir. Bazı âlimler onu Arami (yani
eski Yahudi yazısı) yazılarından alınmış bir yazı diye iddia ediyorlar.
Bazıları da Sogut yazısından çok farklı olan Estrangelâ'dan olduğunu
ileri sürüyorlar. (Bu yazı Süryanî yazının bir çeşididir, onun da menşei
Arami yazışı olduğu tahmin ediliyor.) Herhalde şu kadarı hakikattir ki,
bu eski yazıların hiç biri Uygurlarda olduğu kadar tekâmül etmemiştir.
Hiç biri Uygur yazısı kadar geniş saha işgal etmemiş ve onun kadar
medenî ehemmiyet kesbetmemiştir. Onların her biri, bir devrin yazısı
olarak ortaya çıkmış ve o devirle beraber batmıştır. Uygur yazısı ile
Yarlıklar yazma usulü Osmanlı İmparatorları saraylarına kadar gelmiş¬
tir. (Mes. Türkiyat mecmuasının altıncı cildinde Prof. Rahmeti Arat
Bey " Sultan Fatih Muhammed'in Yarlığı „ ismiyle, onun 1473 tarihinde
Karahisar'a Uygur yazısiyle yazılmış bir Yarlığını neşretti.) Diğer han¬
danların saraylarında da bu gibi vesikaları büyük Moğul devleti çök¬
tükten sonra da ara sıra Uygur harfleriyle yazmak 15 -16. yüzyıllara
kadar devam etmiştir. Prof. MalofFun 1911 de, Şarkî Türkistan'a yaptığı
seyahat esnasında bulduğu " Suvarnaprabhâsa „ daki notlarına göre
Budist dinî eserlerde Uygur yazısı, tâ 18. yüzyılın başlarına kadar devam
etmiştir. Budist kitabeleri Sarı Uygurlar tarafından klâsik Uygur dilinde
eski Uygur harfleriyle yazılmakta devam etmiştir. Bu şayanı hayret hadise
Uygur yazısının Türkler arasında bin sene, hattâ daha fazla kültür
harfi olarak yaşamış olduğunu ispat etmektedir. Bu kadar uzun zaman
Türk kültürüne hizmet etmiş olan harfler, menşei itibariye Sogutça
vesair harflerden çıkmış bir alfabe olsa dahi, o hakikî Türk harfi
denmiye bir hak kazanmıştır. Türk kültüründeki hayatının uzunluğu
itibariyle ancak Arap harfleri Uygur harfleriyle mukayese edilebilir.
Fakat Uygur harflerinin ehemmiyeti, Türklerin eski kültürü için, onun
yerini tutmuş olan Arap harflerinden daha büyüktür.
Uygur alfabesi sözde 14 harften ibarettir. Fakat hakikatte okunaklı
ancak dört beş harf biliyoruz. Diğerleri hep bu dört beş harften mü¬
rekkeptir. Bazı tek harfler okadar çok sesleri ifade ediyor ki, bunlara
müstakil harf denemez, mes. a, z, n, bazan r vesaire. Harflerin buka-
dar güç okunmasına rağmen, bu yazının bunca uzun zaman yaşıyabil-
mesi dahi, taşıdığı kültürün yüksekliğini ispat eder.
Uygur harflerinin ne zaman Uygurlar tarafından kullanılmıya baş¬
landığını bilmiyoruz. Umumiyetle kazılarda bulunan yazıların çok
büyük bir kusuru, onların tarihsiz olmasıdır. Ancak bazılarında hüküm¬
darlarının ismi geçince, tahminle hangi devre ait olduğu anlaşılabilir.
Bazı yazıların hatimesinde (sonunda) müstensih veya mütercimin ismi
bulunuyor. Bunlar maruf veya herhangi bir hanedana mensup kimse¬
lerse, bu yolla tesbit etmek mümkündür.
Tıpkı eski harflerde olduğu gibi Uygur yazısında da bir kaç çeşit
yazı vardır. Mes. sülüs yazısı gibi (Almanların Block-Druck dedikleri)
bir nevi kütük basma yazı vardır. Malûm olduğu üzere Uygurlarda
kitaplar basılmıştır, bu yazı da tabedilmiş bir yazıdır, pek munta-
zamdır. Teknik tekâmülü ilk bakışta göze çarpar. Bundan başka
kursiv dedikleri yazı, farisî Nestalik yazısına benziyor. Üçüncü çeşit
yazı da pek güzel inci gibi dizilmiş rikka yazısına benzer. Bu son
bahsettiğim iki çeşit yazı el yazma tipleridir. Bu yazılar, fevkalâde itina,
temizlik ve güzellikleriyle, bütün meslek erbabını hayrette bırakmışlardır.
Uygur yazısının fevkalâde güç okunması yüzünden, onun savtî
değişmelerini tesbit etmek, (p: b, q: x: ğ, k: g, ) yazıda birbirlerinden
ayrılmadıkları için ancak dil mukayeseleriyle mümkündür. Fakat buna
rağmen "Eski Türkçe,, nin lehçelerinden bahsediliyor. Gerçi bize göre
bu muazzam kültür âbidelerinin yıkıntısında bir dil birliği görmek
daha elverişlidir. Bilhassa Uygurlar, kendi hâkimiyetleri altına birçok
Türk kavimlerini de topladıkları için onlarda inkişaf etmiş bir dili tah¬
min etmek mümkündür. A v. Gabain yeni çıkmış "Eski Türkçe gra¬
mer,, kitabında beş eski lehçenin izleri mevcut olduğundan bahsediyor.
Bu beş lehçenin ancak birisi hakikî Uygurca olabilir diyor. Aslında A. v.
Gabain'in de kabul ettiği iki lehçenin izlerini kati olarak tesbit edebili¬
yoruz: Birinci y lehçesi, yani ekseri Uygur yazıt parçalarının dili; ikincisi
ny (n) lehçesi yâni Köktürk âbidelerinin dilidir. Belki buna Mani yazıla-
riyle tesbit edebildiğimiz bâzı hususiyetler de giriyor1.
Köktürkçe parmak, Uygurca barmak, Köktürkçe bolçun Uygurca
bolsun, Köktürkçe amg Uyg. ayıg, ve başkalar gibi ehemmiyetsiz birkaç
değişiklik vardır ki, bunlar dilcinin dikkatini çekecek mahiyette
ise de, diğer hususlarda Köktürkçe ile Uygurca aynı devrin iki şivesi
gibi görülmektedir, Uygur ve Köktürk yazıları kelime hazinesi itiba¬
riyle aynidir. Şekil itibariyle de bu iki lehçe aynıdır. Mes: -tuk,-duk,-
mış, partisip şekilleri, datif eki -ka,-ga, 1ar, instr, -n, tayinsiz izafetler
yani casus indefinitus'ların kullanılışı vs. hep aynıdır. Bâzı dışarıdan
gelen kelimelerde ve bâzı kültür kelimelerinde kullanılışta fark olabilir.
Köktürk yazılarını sökmekle, çok büyük ilmî muvaffakiyet elde
etmiş olan Thomsen, onların dili üzerindeki araştırmalariyle de ilim âle¬
mine önemli eserler vermiştir. M. S. F. Ou. Mecmuasında 1896 da çıkan
"Inscription de l'Orhon,, dan başka, Orhon âbidelerinin şerhini yapa¬
rak dilini izah eden "Turcica,, aynı mecmuada 1916 da yayımlanmıştır.
Thomsen bu ve diğer yazılariyle, bu lehçenin tetkikcileri arasında başta
gelir. Aynı devirde Prof. W. Bang bu sahada önemli dil tetkiklerinde
bulunmuştur. Mes. onun 1 — "Über die köktürkische İnschrift,,, 2 —
"Zu den köktürkischen İnschriften der Mongolei,, T. P. 3 — "Zur kök-
türkischen İnschrift,, T. P. adlı üç risalesi Thomsen'in İnscription'u ile
aynı senede çıkmıştır. Bunu müteakip Prof. Bang'ın 1897-98, ve 1909
senelerinde çıkan aynı mevzudaki yazılariyle 1918 de Thomsen'in
"Turcica,, sına ilâve olmak üzere bir "Turcica„sı vardır. Fakat bunun
gibi metni izah eden etüdlerinden başka, Bang'ın "Vom köktürkischen
zum Osmanischen,, (1917-21 APAW) isminde dört kısımdan ibaret mu¬
kayeseli monografileri Türk dili bilgisi sahasında, bugüne kadar çıkmış
olan en mühim eserlerden biri sayılır. Prof. W. Bang bu eserinde Kök-
türkçe ile hâlâ da mevcut olan Osmanlıca arhaik birçok kelime ve
şekilleri diğer Türk lehçeleriyle mukayese etmekle, aynı zamanda tarihi
1 Bu devirde işlek olan beş çeşit alfabe biliyoruz, 1 - Köktürkçe damgalar alfabe¬
si, 2 - Brahman yazısı ile yazılmış olan Uygurca metinler (bunlar pek az miktarda¬
dır), 3 - Mani yazısı ile yazılmış olan metinler, 4 - Sogut yazısı ile yazılmış olan me¬
tinler, 5 - nihayet Uygur yazısı ile yazılmış olan metinler mevcuttur. Bu yazıların
hepsinin kendilerine mahsus hususiyetleri de vardır. Meselâ Mani yazıları a ile biten
kelimelerde bir h ilâve ediyorlar. Sonra Mani yazılarında q: x, q:ğ, b:p, k:g, hattâ
f:ph, s:ş, yumuşak t, katı t, d:d sesleri hepsi mevcuttur. Bunların hepsini kemali itina
ile yazmakla Uygur harflerinin ifade edebildiği beş on harfle yazmak arasında elbet
büyük fark vardır. Bir cihetten bu alfabe çeşitleri, Uygurcayı okumıya yardım ediyor.
Bir yerde okunmıyan kelimeler diğer bir yerde öbür harflerle daha iyi okunabilir. El¬
bet onun değişmiş şekillerine de rastlanılır. Bu da bir kazançtır. Müller bu harfleri
çözdüğü zaman, yeni lehçeleri yardıma aldığı gibi değişik alfabelerin de yardımını
görmüştür.
A. Ü. D. T. C. Fakültesi Dergisi F: 6
gramer için de mühim bir eser ortaya koymuştur.
Uygur yazısı yanında, Türkçe yazılmış olan Mani yazıları, Uygurca
kadar çok miktarda bulunmamışsa da, mühim bir yer işgal ediyor. Bu
yazı Süryanî yazısının değişmiş bir çeşididir. Bilhassa Mani yazıları iyi
kâğıt üzerinde iyi mürekkeple, iyi hatatlar tarafından yazılmış ve güzel
minyatürlerle süslenmiş fevkalâde yazılardır. Hıristiyanlar tarafından
çok takip edilen, hiç bir diğer dinin görmediği zulümlere uğramış olan
bu dinin bütün abideleri Avrupa ve diğer yerleştiği ülkelerde tamâmiyle
kaybolmuştur. Onun için bilhassa Turfan kazılarında bulunmuş olan
Mani yazı âbideleri çok büyük kıymeti haizdir. Bizim için olan kıymeti
elbet bu yazıların bir kısmının Türkçe olmasıdır. Mani alfabesini Uygur
harflerini çözmüş olan F. W. K. Müller çözmüştür. Mani1 yazısı ile orta
Farsça diğer Fars kavimlerinin dilleri, bilhassa Sogutça metinler mev¬
cuttur. Türkçeleri bu dillerden tercüme olsa gerek. Türkçe Mani diline
ait metinler sonraki devirlerde Sogut yazısı ile de yazılmıştır. Fakat
bunlar, umumiyetle Mani'ye ait yazılar, az miktardadır.
Hafriyatların getirdiği yazılar hangi yazı ile yazılmış olursa olsun,
ve hangi devre ait bulunursa bulunsun, bir muazzam kültür devleti
olan Uygur devletinin zamanında inkişaf etmiş bir devlet dili olarak
düşünülmelidir. Ekseri yazıtların bugüne kadar Uygur ismini muhafaza
eden bir yazı ile yazılmış olmasından dolayı, bu dile Uygurca denmiştir.
Bu dil muhakkak klâsik bir dildir. Vakıa, şimdi dil araştırmaları artalı,
bu kelime, yâni Uygurca kelimesi biraz tereddütle kullanılıyor. Onun
yerine eski Türk lehçeleri veya sadece eski Türkçe tâbiri tercih edil¬
mektedir. Fakat "Eski Türkçe,, tâbiri bu*dile pek muvafık değildir.
Çünkü tarih itibariyle yazılar ancak bin ve bin üçyüz senelik eskiliğe
maliktir. Pek muhafazakâr olan Türkçe, bu devir içinde "eski,, kelimesini
kabul etmiyecek derecede az değişmiştir.
Hafriyatların yazıları henüz araştırılmıya başlanmış bir vaziyette di¬
yebiliriz. Uygurcanın tetkiki henüz olgunlaşmamıştır ve katî olarak bir
lehçeden veya beş lehçeden bahsetmek imkânsızdır. Onun için şimdilik
her iddia bir fantezi ve her nazariye bir faraziyeden ibarettir.
Uygur alfabesinin fevkalâde kusurlu olması yüzünden, geçen asır¬
da başlanmış olan tek tük araştırmalar, bilhassa Radloff ve Vâmbery'nin
eserleri çok büyük hatalarla ortaya konmuştır. Gerek Radloff, gerek
Vambery Türk lehçelerinin lisan kaidelerine kâfi derecede vakıf olma¬
dıkları için, bu kusurlu yazıları2 rast gele okumuşlar ve maalesef bü¬
yük bir zahmet ve büyük servetler sarfettikleri halde, bu sahadaki me¬
saileri ilmî bakımdan kıymetsizdir. Çünkü yanlış okumuşlardır3.
Yanlış okuma yüzünden Radloff, Uygurcayı Soyun lehçesi (Altay
lehçelerinden biri) ile karıştırarak, onu Soyun lehçesi ile beraber
almış, tasnifte şimal lehçeleri arasına sokmuştur. Bu hatalı tas¬
nifin esas âmili b seslerinin p sesiyle karıştırılması olmuştur. Radloff
bütün b seslerini Uygurcada Soyun lehçesinde olduğu gibi p okumuştur.
(Uygur harflerinde bunları ayırt etmek mümkün değildir). Bazı k ları
Soyuncada olduğu gibi g okumuş, z leri ş okumuş meselâ sös, söz, kıs
kız; d ler, Soyuncada d olarak, meselâ ayak yerinde adak vs. Uygurca
d 'den tekâmül ettiğinden, o sesi de bir hususiyet bilmiş onu da karış¬
tırmıştır. Halbuki Soyuncanın Uygurca seslerini tesbit etmiye yardım
eden son sesteki g ların muhafazası mevcuttur. Uygurcanın son ses
g ları bu Altay lehçelerine göre doğru okunmuştur. Meselâ arıg, (arı),
attıg (atlı), sarig (sarı) şekilleri. Radloff bunları görememiştir.
Uygurcanın tasnifi bugünkü durumda, imkânsızdır. Vakıa Uy¬
gurcanın devamı olarak Şark lehçelerini alıyoruz, bilhassa Ta-
rancı lehçesi Uygurcayı sökmiye yardım etmiştir. * Hafriyattan gelenler
bu havalide oturan Tarancılarla da alâkadar oldukları için bu yaşıyan
dilin nümunelerini de beraber getirmişlerdir. (Mes. Le Coq'un eserleri)
Datif -ka, -ga, partisip -gan, -kan, zamirlerde ben=men, alar, munça
vs. gramer hususiyetleri şark Türkçesine istinat eder. Fonetik bakımdan
da Prof. Müller, Thomsen, Le Coq, Bang ve diğer âlimler traskripsi-
yonlarında Radloffun hilâfına olarak, şark Türkçesini ve kısmen Altay
lehçelerini esas olarak almışlardır. Fakat diğer taraftan Uygurca, şe¬
killeri itibariyle garp Türkçesine de çok uyar, bu eski lehçe içinde
(veya Uygur lehçeleri içinde) garp Türkçesinin de ayni ölçüde hususi¬
yetlerini görmek mecburiyetindeyiz4.
Umumiyetle Uygur metinleri arasında, türlü türlü lehçelere
ayırmak arzusunu veren, büyük farklar olabilir. Eski Uygur me¬
tinleri şekil ve ifade tarziyle garp Türkçesinine daha çok çe¬
kiyor. Buna rağmen daha eski olan metinleri her iki büyük lehçe, yâni
hem garp Türkçesi bakımından, hem şark Türkçesi bakımından sök¬
mesi epey zordur. Onun için şimdilik Uygurcayı kati bir tasnife koy¬
mak kabil değildir. Bunu cesaretle yapabilmek için, daha çok
tetkiklere mühtacız. Hakkaniye Türkçesiyle yazılmış olan "Kutadgu-
Bilig,, Uygurcanın bir devamı sayılabilir. Fakat "Kutadgu-Bilig,, he¬
nüz dil bakımından tetkik edilip tamamiyle sökülüp ortaya kon¬
mamış bir eserdir. Kaşgarî lügati de kısmen Uygur şivelerinin, hiç ol¬
mazsa bir dalının devamıdır. Maalesef bu da pek kusurlu olan Arap
harfleriyle muhafaza edilmiştir. Uygur yazısına ne kadar az itimat edi¬
lebilirse, bu esere de o kadar az edilebir.
Uygur yazılariyle bize kadar intikal eden metinlerin çoğu Budizme
ait dinî eserlerdir. Az çok Hıristiyanlığa ait metinler de Uygur yazı-
siyle mevcuttur, fakat bunlar az miktardadır. Maalesef Uygur Budist
metinlerinin çoğu Fragment'lerdir, yani noksanlı bozuk metinlerdir.
Yüzlerce sene yıkıntı altında kalmak ve birçok muharebelerin yağması
bunları mahvetmiştir. Buna rağmen bir dilci için bunlar da fevkalâde
büyük ehemmiyeti haizdir. Tetkik ettikçe şu eksik metinlerden de
muazzam bir dilin gizli sırları her gün daha fazla çıkmaktadır. Budizm
tamamiyle ilim halinde tetkik edilerek5 onun Türklere geniş mikyasta
sirayetini gösteren, veya Uygurların kendileri tarafından yazılan tarihî
eserler henüz elimizde yoktur. Belki günün birinde tetkikler saye¬
sinde bunları da hiç olmazsa kısmen elde ederiz. Budizm eser¬
leri arasında Budizme ait dualar, şeriat kanunlarının bir çok mad¬
deleri, türlü türlü varyasiyonlar da mevcuttur. Budist Uygurlar
bunlara ekseriyetle sudur yâni skr. Sut ra, bazan Yunanca no¬
mos dan gelmiş olan no m kelimesini kullanırlar, şeriat kanunları
demektir. Dinî eserlerin en mühimi S u v a r n aprabhâsa (Altun yarak) olsa
gerek. Bu kitap ta birkaç nüshadan ibarettir. Uygurça eserlerin Budizm
ıstılahından ve felsefesinden başka kültür tarihini alâkadar eden nokta¬
ları olarak, birinci: bazı takvim ve astronomiye ait yazılar, 2 — tıbba
ait yazılar. 3 — Seyahatnameler, mes. : Hüen-Tsang Biographie'si A. v.
Gabain tarafından 1935 ve 1938 de Berlin Akademisi neşriyatı olarak
bastırıldı. 4 — Bazı ticarî ve hukukî vesikaların bulunması (Radloff
Maloff: Uigurische Sprachdenkmâler St. Petersburg, 1930) şayanı dik¬
kattir. Tarih için şimdilik Oğuz Kagan destanını kaydedebiliriz. Fakat
bu sonraki devrin eseridir.
Tetkik edilmemiş Uygurca yazı malzemeleri türlü türlü Avrupa
memleketlerinin kütüphane ve müzelerinde gayet çoktur. Prusya Aka¬
demisinin kazıları esnasında İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve Japon-
lar da çalışmış, Almanlar kadar olmazsa da Turfan havalisinden pek
çok malzeme getirmişlerdir. Almanlarla beraber Ruslar bu saha ile az
çok meşgul olup neşriyatta bulunuyorlar. Diğer memleketlerde yayım
pek azdır, Elbet bu kısırlık, sahanın çok zorluğundan ve mütehassıs¬
ların azlığından ileri gelir. Mündericat itibariyle metinler, Budizme ait
şeriat kanunları, Budizm felsefesi gibi çok güç olan mevzuları ihtiva ettikleri
için, bunları sökmiye büyük bir hazırlık, itina ve sabır lâzımdır. Yazıların
büyük bir kısmı tercüme eserlerdir. Tercüme eserleri oldukları
için Türkçe cümle kuruluşunda da bazı zorluklar vardır. Mütercim
metnin mânasına dikkat etmek mecburiyetinde olduğundan, mânayı
bozmamıya çalışır harfiyen tercüme etmekte zordur, zaten pek güç
bir mefhumu ifade etmek istiyen cümle, tercüme olduğu için daha zor¬
laşır. Uygurca malzemeler arasında yabancı dillerden tercüme olmıyan
eserler az olsa gerektir. Daha doğrusu bugüne kadar rastlanılan
eserler içinde pek az miktardadır.
Mündericatı çok ağır olan yazılar çözüldükten sonra, asıl dil, yâni
metinlerin dili nasıl sökülmüştür? Hafriyattan gelen türlü türlü yazı-
tahtı ) en mühim aktarma noktası olmuştur. Çinliler bu yolları askerlerle muhafaza
ediyorlar ve o zaman kuvvetli bir devlet oldukları için ufak İndo-Cermen kavimlerinin
Beyleri üstünde hâkim rolünü oynuyorlardı. Fakat bu siyasî hâkimiyetlerine rağmen
sanatta mes. mimaride, heykeltıraşlıkta, resimde Çin tesiri Türklerde katiyen yoktur.
Umumiyetle Çin kültürünün Türklere tesiri, Prof. Le Coq'a göre yalnız sathî şey¬
lerde görülüyor. Mes. Türkler günlük yazıları için Çinlilerde olduğu gibi yazı fırçası
kullanmışlar, fakat iyi yazıları için kamış istimal etmişlerdir.
ların alfabeleri Prof. Müller tarafından çözüldükten sonra da hemen bu
yazılar sökülmemiştir. Nasılsa da şimdi az çok işlenmiş ve zorluklarının
biraz önü alınmış olan bu dilin en az bin senelik eskiliği sabitti.
Bilhassa Uygur yazısı gibi kusurlu bir yazıda elbet bu iş pek müşküldü.
İlk önce yardımcı unsur Köktürk Abidelerinin dili idi. O artık Tohmsen
tarafından sökülmüş ve izah edilmişti. Sonra ikinci yadımcı unsur Pröf.
Le Coq'un hafriyatlar esnasında tetkik ettiği şarkî Türkistan lehçeleri
mühim bir yardım göstermezse de bazı şekiller ve fonetik hususiyet¬
lerinin inkişafını gösterdikleri için ilham verebiliyorlardı. Üçüncü olarak
RadlofTun "Proben,, ları, aşağı yukarı bütün Türk lehçeleri üzerinde
pek iyi olmazsa da bir kaynak teşkil ediyordu. Dördüncü olarak Prof.
Bang gibi bütün Türk lehçeleriyle, bilhassa tetkikleri pek yeni olan
Köktürkçe ile yakından alâkadar, derin bilgili bir lingivist mevcuttu.
Onun tetkikleri Prof. Müller'e yardım ediyordu. Nitekim lingivist olduğu
için Müller'den sonra (ve ayni zamanda) en büyük tetkikleri yapan da
Bang olmuştur. Beşinci âmil olarak ta Prof. Müller'in kendi fevkalâde
şahsiyetini ilâve etmeliyiz. Prof. Müller, bir sanskritist, sinolog, ayni za¬
manda indpgermanist (Toharça ile de meşgul olmuştur) ve arkeologtur
(Turfan hafriyatlarının tasnifinde onunda büyük hizmetleri vardır);
yâni ansiklopedik bir şahsiyetti. Binaenaleyh onun bu agır işle meşgul
olması Uygurca için pek hayırlı ve verimli olmuştur7.
Malûm olduğu üzere, Orta Asya'da oturmuş olan diğer gayri Türk
Iran kavimleri de mes. Toharlar, Sogutlar, Budist olmuşlardır. Hafriyat¬
lar bunların dilinde yazılmış dinî vesikaları ve az çok Çinceye ve Sans-
krite ait yazıları da ihtiva etmektedir. Prof. Müller bunların hepsini
yardımcı olarak kullanmıştır. Elbet bunların da sökülmesi onun için
mühimdi; bu sefer onlara Uygurca metinler yardım etmiş olabilir. Hûlâsa
Prof. Müller diğer Budist metinlerle ve bilhassa Türkçeden daha fazla
işlenmiş olan Çin Budist metinlerini de bir mütehassıs eliyle kullanmış,
bu işinde çok muvaffak olmuştur. 1908 de çıkmışi olan birinci " Uigurica,,
ve 1911 de çıkmış olan ikini "Uigurica,, uygurca metinlerin kenarında
Çincelerini ihtiva etmektedir; bunlar dil bakımından birer şaheser
olduğu gibi, mündericat itibariyle de fevkalâde eserlerdir. Bilhassa
" Uigurica //„Uygurcanın tetkiki için fevkalâde bir menba olmakla beraber,
Türkçe dil tetkiklerinin de en mühim eserlerinden biridir. Bu neşriyattan
sonra Budizmin Uygurlara yaptığı mühim tesir, Uygurların Budizmi ta-
mamiyle benimsemiş oldukları, nihayet Uygurcanın zengin ifade kuv¬
vetine malik olduğu da apaçık anlaşılmıştır. Başlangıç devrin araştır¬
ması olduğu için, bâzı transkripsiyon hataları mevcutsa da, bugüne ka¬
dar hiçbir cihetle ehemmiyetini kaybetmemiş olan şaheserdir. Bunları mü¬
teakip Prof. Müller'in 1919 da üçüncü "Uigurica,, sı da çıkıyor. Ölümünden
sonra 1931 de onun mevcut materyallerinden A. v. Gabain "Uigurica IV„ü
neşretmiştir. Prof. Müller'le aynı senelerde A. v. Le Coq Mani yazıları
7 1820 de Klaproth Paris'de «Abhandlung über die Sprache u. Schrift der Uigu-
ren» isminde, Uygurların dili va yazısı hakkında buğün dahi kıymetli olan gayet iyi
bir eser neşretmiştir.
üzerinde çalışıyor; "Manichaica,, I. 1911 de, Manichaica II, 1919 da; Ma-
nichacia III 1922 de Prusya Akademisi yayımları arasında çıkmıştır.
Bunları müteakip Prof. Bang'ın (v. Gabain ile birlikte) "Türkische Turfan-
Texte„ ismiyle beş tane metin araştırmaları ve bir indeks, ayni sıralarda
Mani yazıları üzerindeki ve diğer Uygur metinleri tetkikleri muhtelif
senelerde çıkmıştır. Bütün bunlara rağmen bugün bile Uygurcayı sök¬
mek zordur. Şimdiye kadarki yayımlara Çince veya Sanskritte orijinali
olan yazıların yardımı dokunmuştur. Tâbirlerin ve Budist ıstılahların bir
çoğu henüz anlaşılamamıştır. Bilhassa Budizm gibi zor metafizikten teşekkül
etmiş bir din çerçevesinde, Uygur metinlerinin nasıl tercüme edilip neyin
kasdedildiğini anlamak için, yalnız dil bilgisi kâfi gelmiyor. Fakat elbet
dili bilmek bunları sökmenin esasıdır. Bugüne kadar mevcut hiçbir Türkçe
eseri sökmek ve anlamak mes. "Kutadgu-Bilig,,, "Codex Comanicus,,,
Orhon Âbideleri, veya yeni lehçelerin dili, Uygur fragmentleri kadar
güç olmamıştır. Hiç bir eser gerek gramer bakımından, gerek lügat
bakımından Uygur âbideleri kadar ağır ve problematik bir dille yazılma¬
mıştır. Hocamız Bang'ın itiraf ettiği gibi, ancak Türkçenin kendi bün¬
yesinde olan Parallelismus ve Antithese-yani tekrarlamalar ve sual
cevap gibi konuşma ve yazma tarzı- gibi karakteristik noktalar yardım
ediyor. Başka türlü bu metinlerden mâna çıkaracak esaslı, kati kaideler
henüz belli değildir. Bu dilin gramer kaideleri, geçen sene, arkada¬
şımız Prof. A. v. Gabain tarafından, birçok seneler esaslıca üzerinde
durduktan sonra, tesbit edilip neşredildi. Bunun fevkalâde kıymetli
bir eser olduğu katiyen inkâr edilemez, ihtiyacımız ve metinlerin
ağırlığı nisbetinde çığır açan ve yârdımcı bir eser olduğunda şüphe
yoktur. Bir çok yerlerde bu ağır başlı metinleri sökmek için gramer
kaideleri de kâfi gelmiyor. Türk dili araştırmalarının en mühim ödev¬
lerinden birisi, bu muazzam işin bizim tarafımızdan devamıdır 6.
13 A. v. Le Coq Von Land und Leuten in Ost - Türkistan «Leipzig, 1928.
14 A. v. Le Coq Auf Hellas Spuren, Leipzig 1926.
15 F. W. K. Müller «Zwei Pfahlinsehriften» 1915, APAW.
16 Pelliot «La version ouigoure de l'histöire des Princes Kalyanamkara et Papam-
kara» T. P. 1914.
17 Herrfahrdt «Das Formular d. uigurischen Schuldurkunden» Stuttgart 1934.
18 G. R. Rahmeti «Zur Heilkunde der Uiguren» 1.1930, II. 1932 SPAW.
19 G. R. Rahmeti «Türkische Turfantexe VII» APAW, 1937.
20 G. R. Rahmeti «Uygurca yazılar arasında» İst. 1937.
21 L. Râsonyi «Dünya tarihinde Türklük» Ank. 1942.
Mani dini Türklerde bilhassa yüksek tabaka ve Hanların dini olmuştur. Uygur
Türkleri arasındaki hayatı, tahminen 100 seneden fazla değildir. Bögü Hâkan Loyang
(757-762 M.) seferinden dört Mani rahibi getirerek, bu dinin Uygurlar içinde yayılmış
olmasına sebep olmuştur. Uygurların sukutu 840 ta vuku bulduğuna göre, bu dinin
ve onun muazzam sanatının Uygurlara nüfuzu bu devre munhasir olsa gerektir. Mani
(215-273 e kadar yaşamış) asil bir ailenin evladı ve İranlıdır. Yaşadığı müddette dini
Budizm kadar dağılmamışsa da kendisinden sonra geniş coğrafî sahalara yayılmıştır.
Mani dini bir çokların ifadesine göre (meselâ Le Coq) «müstakil» bir dindir.
Fakat "Mani dini Budizm kadar doğma'sı işlenmiş bir din değildir. Türklerin
Maniciliği fevkalâde Budizm tesiri altına giriyor. Hıristiyan olan kavimler arasında bu
din Hıristiyanlık tesirine veriliyor. Nasılsa eski Babilon, Hıristiyanlık ve Budizmle
karışma bir dindir. Yazılarda Budizm dinindeki bazı ıstılâhlar Mani dininde de aynı
manâya gelir. Mani dini ikiliği, yâni dualismus'u esas olarak alır. Onda karanlık
yâni fenalık, ışık- yâni iyilik- daima birbiri ile çarpışırlar. Karanlık, aynı zamanda
maddeyi ifade eder. Bu mücadele de gâh biri gâh ötekisi kazanır. Bunların birleşme¬
sinden yerler ve gökler ve ilk insan yaratılmıştır, İnsanlardaki ihtiraslar da bu iki şeyin
mücadelesinden husule gelmiştir. Işık parçaları karanlıkla mücadele ederken daima
parçalanır, bu parçalanma yüzünden insanların çocuklarına verdikleri ışık ta parçala¬
narak verilir. Nihayet bu ışık parçaları azaldıkca azalarak insanların vücudu madde
haline geliyor. Bu maddeden kurtulmak için Mani dini gayet sıkı riyaziyatı tavsiye
eder. Evlenmek, cinsî münasebet, mal mülk sahibi olmak, et yemek, şarap içmek Mani
dininin hakikî müritlerine tamamiyle yasaktır.
Pek az işaretlerden mürekkep olan bu yazının, her yerde sabit olan bir imlası
olması da dikkate değer bir cihettir. Maalesef burada bunlar üzerinde daha uzun dura-
mıyacağız. Ancak bir kaç imlâ hususiyetinden bahsedeceğim : y den sonra a yazılmı¬
yor, meselâ yrlıg yarlık demektir. Tanrı kelimesi e ile tengri şeklinde yazıl¬
maz, bütün metinlerde tngri dir. Umumiyetle diğer t ile başlanan bir çok kelime¬
ler de bu kaideye tâbidir. Mes. terk daima trk yazılır. z den sonra hiç bir zaman
harf eklenmez, birçok n 1ar da tıpkı eski harf imlâsındaki gibi tek durur, bilhassa
kelime sonuna gelirse, ona önden diğer bir harf eklenemez. Ateş mânasına gelen ot
kelimesi otlamak-da. olan ot kelimesinden iki o ile yani oot gibi yazılmasiyle ayrılır.
Son seste yazılan m ile ortada yazılan m arasında fark vardır.
Meselâ Radloff «Kutadgu-Bilig» te şu şekilde transiksopsion yapmıştır: iki
yerinde igi; bolsun yerinde polzun; beylik yerinde peklik; tusu yerinde tuzu:, öz yerin¬
de ös; kalsa y. kalza; kişi y. kiji; iş-ig (akk.) y. işik; kamug y. kamuk; bular-ıg y.
pularık; urug y. uruk; edgü y. etkü; yit-ip y. yid-ip v. s.
* Bütün hatalarına rağmen Türkçeye çok hizmet etmiş olan pirimiz Radloff dahi,
«Phonetik» inde, Tarancı lehçesinin Uygurca'nın devamı olduğu kanaatındadır.
Şark Türkçesinde mevcut olmıyan bir çok Uygur lehçeleri şekillerine eski ve yeni
Osmanlıcada raslıyoruz; mes.: -tık, duk partizipleri; -mak masdarı ve onun genişletilmiş
şekilleri; -mîş partizipinin dahi şark Türkçesinden daha fazla canlı olması; -gah, -geli
zaman zarfı eki; -lım iltiz. sıgasının, - malı vücup sıgasının eki; birçok eski kelimeler
mes. beniz yüz; uygurcada olan mengiz şeklinden daha eski bir şekildir. Bâzı kelimeler
hattâ fonetik hususiyetlerini de muhafaza etmişlerdir, mes. ağız, agır vs.
(Tanrı Dağı) yoluyla, cenuptan da Kwen-lün dan şarka doğru giden yoldur. Bu iki
yol Turfan vahasında birleşmiş ve Hoçu (Türkçe : İdi-Kut şehri Uygurların payi-
Yukarıda zikrettiğim kaynaklardan başka bu saha üzerinde neşredilmiş olan
bazı mühim eserlerin bibliyografisini veriyorum.
1 W. Schott « Zur Uigurenfrage> APAW, 1873-75.
2 W.. Bang «Manichaeischer Laien-Beichtspiegel» Museon 1923.
3 W. Bang «Manichaeische Hymnen» Muséon, 1925,
4 W. Bang « Türkische Bruchstüoke einer nestorianischen Georgspassion»
Museon, 1926.
5 W. Bang «Manichaeische Erzaeler» 1931.
6 A. von Coq «Köktürkisches aus Turfan» SPAW, 1909.
7 A. von Coq «Ein manichaeisch-uigurisches Fragment aus Idikut- Şehri» 1908,
SPAW.
8 A. von Le Coq «Ein manichaeisches Buchfragment aus Chotscho» 1912.
9 A. von Le Coq «Ein christliches u. ein manichaeisches Manuskriptenfragment
in türkischer Sprache» SPAW, 1909.
10 A. von Le Coq «Chuastuanift ein Sündenbekenntnis der man. Auditores»
APAW, 1910.
11 A. von Le Goq «Handschriftliche Urkunden aus Turfan» Turan, 1918.
12 A. von Le Coq «Kurze Einführung in die uigurische Schriftkunde» MSOS 1919.